Hüseyin Dedesoy´un 27.03.2015 tarihli "Zaza-Alevi kadınlar ve Kürt hareketi" adlı makalesini ancak birkaç gün önce okuma şansını buldum. H. Dedesoy makalesinde özetle: "Gerçek Kürt kadınlarından oluşan bir Kürt kadın hareketinden söz edilemez.
Sözde Kürt kadın hareketi olarak çalışan, eylem yapan, parti yönetenlerinin çoğunluğu Zaza kadınlardan oluşuyor. Bu kendi etnik aidiyetlerini inkâr eden Zaza kadınlar, kadın haklarını değil, kendi etnik ve dini kimliklerine yabancı milliyetçi bir ideolojiyi savunuyorlar. Dolayısıyla buna kadın hareketi demek bile doğru olmaz." diyor. Dedesoy´un doğru tespitlerde bulunan bu makalesi bende aşağıdaki çağrışımları yaptı.
Geçenlerde televizyonda Afrika´da çekilmiş bir hayvan filmine baktım. Filmde yedi fertten oluşan bir aslan ailesinin uzun bir zaman dilimindeki hikâyesi anlatılıyordu. Bu ailede iri cüsseli erkek aslan uzun bir süre reisti. Ailesine hiç bir tehlikeyi yaklaştırmıyordu. Günün birinde 3 kardeş genç erkek aslan bu aileye sataştı. Ailenin erkeği, tüm tecrübe, bilgi ve cesaretiyle hanımlarını ve çocuklarını yalnız başına savundu, boğuştu. Kavgada hanımları seyirci kaldı. Yeni gelen 3 aslana dayanamayan reis yara bere içinde hanımlarını ve çocuklarını terk etti. Başını alıp gitti. Yeni gelen erkek aslanlar, kendi dölü olmayan iki yavru aslanı öldürdüler. Dişi aslanlar, yeni gelenlerle hemen çiftleştiler.
Bu Afrika aslanları filmiyle 1970/80'lerde gençlik yıllarını yaşamış ve çoğu o dönem öğrenci olan Zaza kadınlarımız arasında paralellikler var. Tabii bu paralellikler, kendinden öncekilere bakarak bilinçsizce Kürt örgütlerine çalışmayı, "devlet kuracağız." havasında alışkanlık haline sokan 1980 sonrası kuşak Zaza kadınlarımız için de aktüeldir.
Önce kaba kuvvetin (şiddet) oluşturduğu dengesizliği dile getirmek üzere babamla 1998 yılında 1938 Alevi Zaza Soykırımı üzerine yapmış olduğumuz konuşmadan kısa bir bölümü sunmak istiyorum:
Ben: "Halkımız yiğit ve kahramandır. Aslan gibidir.", deyince babam şöyle müdahale etti : "1938 yılında Dêsim'de çoğu erkeğin aslanlığı, erliği sona erdi." dedi.
Ben: "Nasıl?" diye sorunca, o şöyle cevap verdi: "Kafese kapatılmış bir aslan, aslan olmaktan çıkmıştır. Elinde silahı alınmış bir insan, dişleri ve pençeleri sökülmüş aslana benzer. Kimin elinde silah varsa, aslan odur. Şimdi çakalların elinde silah var. Aslan onlardır.", dedi.
Ben: "Aslan aslandır, kafeste olsa dahi, silahsız olsa dahi.", dedim.
Babam: "1937´de Türk devleti, halkımızın ileri gelenlerini yalan dolu vaatlerle kandırdı. Devlet, silahları teslim ettiğimizde bize okul, yol, fabrika vs. yapacağını söyleyince, o dönemin ileri gelenleri silahları götürüp kendi elleriyle teslim ettiler. Aynı devlet, silahlarımızı teslim etmiş olmamıza ödül olarak 1938 de halkımızı soykırımdan geçirdi. Odur budur aslan olmaktan çıktık." dedi.
Daha önce 1925 yılında devlet, Çolig ve Piran bölgelerinde zulüm yaptı, onlarca Zaza ileri gelenini astı, kesti. Bölge halkını silahsızlaştırarak susturdu. Aynı devlet, daha vahşice 1938´de Dêsim Alevi Zaza Soykırımını yaptı.
Silahlı güçler (devlet ve terör örgütleri), ellerindeki silahlarla üstün duruma geçtiler. Silahsıza zulüm eden kaba kuvvetin (şiddet) oluşturduğu dengesizlik Zaza halkını Alevisi ve Sunnisiyle her bakımdan zayıflattı.
Zaza yerleşim bölgeleri silahsızlaşıp zayıflayınca, ne hikmetse her silah kapan Zaza dağlarına geldi. O tarihten itibaren gündüz asker, gece terörist silahlarla köyleri ve kasabaları basıyorlar. 1970´lerde tecrübeli ve bilinçli yaşlı kuşak, askere de teröriste de karşı çıktı. Bunların çoğu öldürüldü ya da adları, en çok da öldürülenlerin cahil çocukları tarafından namussuza, sömürgene veya haine çıkarıldı.
1970/80 yıllarında gizli bir gücün desteğiyle tüm Zaza şehirlerini, köylerini ve mezralarını terörize edecek kadar örgütler kuruldu. Bu radikal örgütler, bir yandan Zaza halkı arasına iyi laf eden misyonerlerini salıyor. Öbür yandan görünmeyen büyük bir güç, bu örgütleri destekliyor ve koordine ediyor, bir birleriyle savaşarak halka terör estirmelerini sağlıyor. Devletin "kökten söküp atma" politikası bu şekilde hayata geçirildi. Zaza halkı yurdunu terk etti.
1980'lerde genç Zaza öğrencilerden tecrübesiz ve bilinçsizler iki şey düşünüyorlardı:
1. Bir kesim örgütlerin propagandalarına kanarak hakikatten 1938´in öcünü alacaklarına, devleti yıkacaklarına, adil bir dünya kuracaklarına inanıyorlardı. Daha da böyle inanalar mevcuttur.
2. Öbür kesim, hem askere ve hem de teröriste yaranmaya çalışarak postu kurtarmaya çalıştı. Bu kötü alışkanlık bu gün de sürdürülüyor. 1970/80 döneminde özellikle Alevi Zaza coğrafyasının genç dişileri, Karakoçan örneğini (Abdullah Öcalan-Kesire Yıldırım beraberliği ve evliliğini *) temel alarak, dinive etnik bakımdan kendisinden olmayanlarla duygusal ilişkilere girdiler. Karakoçan örneği, Alevi Zaza kadının, bir silahlı Sunni örgütçüyle yaşaması ve nikâhlanmasının ilki olarak tüm Alevi Zaza itikat normlarını, örf ve ananelerini hiçe saymasının miladı olarak kabul edilebilir.
Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar kısırlığıyla, ideoloji mi cinsel birleşime, cinsel birleşim mi ideolojiye kapı açtı tartışması yapılsa da, o dönem genç öğrenci Alevi Zaza kadının tercihini kaba kuvvetliden yana yapmış olduğu gerçeğini ortadan kaldıramaz. Bu yazdıklarımı ciddiye almayanlar Sigmund Freud´u okumalarını tavsiye ederim.
Hayvanların tüm hareketlerini, o hayvanların temel ihtiyaçları (beslenme, cinsellik, güvenlik, barınak, v.s.) belirler. Bilinçli olmayan insan da beş aşağı beş yukarı böyledir. Bilinçsiz insan da temel ihtiyaçlarının esiri olarak hareket eder. Temel ihtiyaçlarını en iyi nasıl karşılayabileceğine, nasıl kafası yatıyorsa kararlarını öyle verir. Bilinçli olmayan insanın ideolojisini de, duygularını da, o insanın temel ihtiyaçları belirler.
Hayvan ile düşünen, konuşan, alet yapabilen insan arasında birçok benzerlik var. Ancak farklar azdır. Bu az farklılıklardan en önemlisi hayvanda bilinçlenme olmaz. Bilinçlenme (insanı kamil) insana özgüdür. Aslında insani hayvandan farklı kılan budur.
1970/80 yıllarından başlayarak tercihlerini Kürt hareketi için yapmış olan Zaza kökenli kadınların çoğunluğu mutlu olamadı. Hozatlı Bese gibi yakıp yıktıklarının (terörün devletle işbirliği içerisinde köyleri boşaltması, Zaza Dili´ni yetim hale sokması, Kürt örgütlerinin Zaza Dili'ni aşağılaması, Zaza kültürünün erozyona uğratılması, v.s.) farkına vardıkça daha da mutsuz olacaklardır.
Bu deli dolu bilinçsiz insanlar büyük mutluluğa ulaşayım derken, 1970´lerdeki küçük mutluluklarını da kaybettiler.
* " (...) 1940'lı yıllarda Tunceli'nin Mazgirt ilçesinden Elâzığ'ın Karakoçan ilçesine göç eden Ali Yıldırım'ın altı çocuğundan en büyüğüdür. Doğum tarihini 21 Ekim 1953 olarak değiştirmiştir. 1970 yılında Elazığ Lisesi'nden mezun olduktan sonra Karakoçan'ın Yeniköy İlkokulu'nda öğretmenlik yapmış, 1974 yılında da Ankara Gazi Üniversitesi Basın-Yayın Yüksek Okulu'nda eğitim görmüştür. Radyo-Televizyon bölümünü 1977 yılında bitirdi. 1971 yılında tanıştığı Abdullah Öcalan ile 1978 yılına kadar Bahçelievler, Ankara'da oturmuşlar, daha sonra evlenmiş ve Diyarbakır'a geçmişlerdir. (...)",
Kaynak: Türkçe Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/Kesire_Yıldırım
Hakkı Çimen, Almanya, Ekim 2016