Dr. Öğr. Üyesi Ayetullah KARABEYESER : BİR KİTLE İLETİŞİM ARACI OLARAK TELEVİZYONUN ZAZACA İÇİN ÖNEMİ

Dr. Öğr. Üyesi Ayetullah KARABEYESER : BİR KİTLE İLETİŞİM ARACI OLARAK TELEVİZYONUN ZAZACA İÇİN ÖNEMİ

BİR KİTLE İLETİŞİM ARACI OLARAK TELEVİZYONUN ZAZACA İÇİN ÖNEMİ

Ayetullah KARABEYESER*

ÖZET

20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında iletişim dünyasında meydana gelen gelişmeler, bireysel ve toplumsal olarak insanlığı fazlasıyla etkilemekte ve yönlendirmektedir.  Kitle iletişim araçları artık hayatın vazgeçilmez enstrümanları haline gelmiştir. Kitle iletişim araçları içerisinde özelikle televizyon,  kolay ulaşılabilir ve tüketilebilir olması nedeniyle toplumlar üzerinde en fazla etkili olan kitle iletişim aracı olarak kabul edilmektedir.

Modern toplumun oluşum sürecinde ulus devletlerin ortaya çıkması ve güçlenmesi beraberinde tekelci bir anlayışla toplumsal hayatı şekillendiren, yeniden yaratan bir yapı ortaya çıkarmıştır. Özellikle son iki yüzyıl içinde ulus devletin güçlenmesine paralel, zorunlu eğitimin başlaması birçok dilde standartlaşmayı beraberinde getirmiştir. Radyo ve televizyonun keşfi ise bu standartlaşmayı günlük konuşmaya da taşımıştır. Özellikle televizyon, hemen hemen bütün toplumsal tabakalara hitap edebilen programları içermesi münasebetiyle, birçok ülkede belli lehçelerin ön plana çıkmasını sağlamış ve standartlaşmaya katkı sunmuştur.

İngiltere’de İngilizce’nin standartlaşmasında, BBC televizyonu çok önemli bir rol oynamıştır. Yine Türkiye’de TRT; hem radyo, hem de televizyon yayınları aracılığı ile İstanbul Türkçesini ön plana çıkarmış ve bu ağzın kabulünü kolaylaştırmıştır.

Kitle iletişim araçları, birçok dilin gerek küresel, gerek ulusal veya bölgesel çapta gelişmesine, yaygınlaşmasına olanak sağlarken, yeryüzündeki dillerin büyük bir kısmı bundan olumsuz bir şekilde etkilenmiştir.  Özellikle çok dilli toplumlarda, televizyon yayınlarının tek bir dilde yapılması, o toplumda konuşulan diğer dillerin gelişimini durdurmuş, hatta gerilemelerine sebep olmuştur.

*     TRT Genel Müdürlüğü, TRT 6 Haber Merkezi (Zazaca Muhabir) karabeyeser@gmail.com

Türkiye’de televizyon yayıncılığının başladığı 1968 yılından 2004 yılına kadar, Türkiye’de konuşulan, Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılamamıştır. Bu süreçte, eğitim dilinin Türkçe olması ve Cumhuriyet tarihinin uzun bir döneminde Zazaca ve diğer birçok dilin sokakta konuşulmasının bile yasaklanması, medyada kullanılmasına imkan tanınmaması,  bu dillerin gelişememesinden öte, gerilemesine yol açmıştır. 2004 yılında TRT 3 kanalında haftada yaklaşık 30 dakikalık yayınla televizyonda kendisine yer bulan Zazaca, 2009 yılında TRT 6’nın yayına başlamasıyla, televizyonda, nispeten biraz daha fazla yer almıştır.

Bu çalışmada, UNESCO’nun 2009 yılında Dünya Dil Günü münasebetiyle yayınladığı raporda “Tehlike Altındaki Diller” sınıfına aldığı Zazaca’nın, bu tehlikeden kurtulması, gelişmesi ve dünya dilleri içindeki yerini alabilmesi için kitle iletişim araçları içinde toplumları en fazla etkileyen ve yönlendiren araçların başında gelen “Bir Kitle İletişim Aracı Olarak Televizyon”dan nasıl faydalanılabileceği üzerinde durulacaktır.

GİRİŞ                      

Sosyal bir varlık olarak insan kendini en iyi şekilde dille ifade eder. Yeryüzünde tarih boyunca sayısını bilemediğimiz dil yaşamıştır. Birçok dil, zaman içinde çeşitli nedenlerle tarihe karışmış, yok olmuştur. Günümüzde yapılan araştırmalara göre kesin bir rakam olmamakla birlikte şu anda dünyada konuşulan 6000-7000[1] arasında dil mevcuttur. Bu dillerin bir kısmı çok gelişmiş, siyasetten sanata, edebiyattan bilime, hayatın her alanında kendisine kullanım alanı bulmuştur. Dünyadaki dillere oranla küçük bir dil grubu resmi dil olarak kullanılmaktadır ve diğer çoğunluğa göre kendilerini güvene almışlardır.

“Dünyadaki 200 devletten 160’ı tek resmi dile sahiptir; 30’a yakın devlette iki resmi dil kullanılmaktadır. Yedi ülke üç resmi dile sahipken (Belçika, Lüksemburg, Bosna, Eritre, Ruanda, Seyşeller ve Vanuatu), iki ülke de (İsviçre ve Singapur) dört resmi dile sahiptir.”[2] “Kendini güvene almış” bu şanslı dillerin bir kısmı ise uluslararası dil olma özelliğini kazanmıştır ve dünya dil ailesi piramidinin tepesinde yerlerini sağlamlaştırmışlardır[3] Bununla birlikte bazı diller de bölge düzeyinde resmi ya da yarı resmi bir statüye sahiptir. Özellikle Rusya, Çin ve Hindistan’da bu statüyle, kendini güvene almış birçok dil mevcuttur.

İster devlet dili olsun, ister bölgesel dil olsun, bir şekilde resmiyet kazanmış ve devlet dili, eğitim dili, sanat dili, siyaset dili olarak kullanılan bu diller, özellikle son yüzyılda kendini gösteren dil erozyonuna karşı bir şekilde kendilerini koruma altına almışlar ve en kötü ihtimalle birkaç yüzyıl daha, sonraki nesillere aktarıl ma imkanını bulmuşlardır. Ne yazık ki yeryüzündeki dillerin büyük bir kısmı bu imkanlardan mahrum kalmıştır. Kullanıcı sayıları ne kadar olursa olsun, bu diller her gün biraz daha gerilemekte, çevre dil konumuna düşmekte,  uluslararası ve ulusal çaptaki merkez dillerin etkisine girmektedirler. 

Eğitim dili olarak kullanılmayan, pazar dili olamamış, kitle iletişim araçlarında yeterince yer bulamayan bir dilin kullanıcıları, yavaş yavaş hakim dilin etkisine girerek kendi dillerinden uzaklaşmaya başlarlar. Özellikle hakim dilde eğitim alan yeni kuşak belli bir süre iki dili de birlikte kullanabilir; ancak hakim dilde eğitim yaygınlaştıkça ve hakim dilde eğitim alanların eğitim seviyesi yükseldikçe, eğitim alan bu yeni kuşak kendi dilini bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde terk ederek,  kendini tamamen hakim dille ifade etmeye başlar.

Bugün Türkiye’de, anadili Türkçe dışındaki diller olan bütün halklarda bu durumu görmek mümkündür. İnsanlar kendi dillerini sadece Türkçe’yi bilmeyen yaşlı insanlarla konuşurken kullanmaktadırlar. Türkiye’nin Batı bölgelerine göç etmiş Zazaların, Zazaca’yı ne kadar kullanabildiklerini bir tarafa bırakalım, bugün Bingöl’ün köylerinde bile, artık sadece yaşlılarla konuşulurken Zazaca konuşan yeni bir kuşak yetişmiştir. Bu yeni kuşakta eğitim seviyesi çok da yüksek değildir. Eğitimle birlikte, özellikle son yirmi yılda hemen hemen her evde televizyonun olması, eğitim almış olsun ya da hiç okula gitmemiş olsun bu yeni kuşak günlük hayatında daha fazla Türkçeyi kullanmakta, Zazaca konuşmaktan kaçınmaktadır. Çünkü hem eğitim dili, hem kitle iletişim araçları dili, hem pazar dili olması nedeniyle Türkçe daha muteber kabul edilmekte, Zazaca konuşmak utanılacak bir davranışta bulunmak gibi algılanmaktadır. 

Bir dilin asimile olup başka bir dil içinde yok olması üç aşamada gerçekleşmektedir.  Bu aşamaların birincisi, hakim dili konuşmak için baskıya maruz kalmak, ikincisi iki dili birlikte kullanmak, üçüncü aşaması ise toplumun kendi dilinden “utanma aşamasıdır.”[4] Üçüncü aşamada, dilin kullanıcıları artık kendi dillerini konuşmaktan utanmaya başlamışlardır. Utanma aşaması ya da artık dilinden vazgeçme aşaması da diyebileceğimiz bu aşama, bugün Zazaca’nın içinde bulunduğu aşamadır. İster kentte, ister kırsalda olsun, Zazaların geneli artık Zazaca konuşmaktan çekinmekte, Türkçeyi Zazaca’ya tercih etmektedir. Tam da bu noktada, “kendi dilinden utanma aşaması” olarak tanımlanan bu süreci geriye çevirme ve Zazaların, yeniden Zazaca’yı “utanma duygusuna kapılmadan” kullanmaya başlamaları için kitle iletişim araçlarından, özellikle de televizyondan nasıl faydalanılabileceği üzerinde durmak gerekir.

 

Televizyon, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de insanların en kolay ulaş tığı ve en çok tükettiği kitle iletişim aracıdır. Eurodata’nın beş kıtada 86 ülke ve bölgeyi kapsayan ve 2009 yılı reyting ölçümlerine dayanarak verdiği bilgiye göre Türkiye’de günlük televizyon izleme süresi 232 dakika ile yaklaşık 4 saattir.[5] Günlük 4 saat televizyon izlemenin insanlar için bir çok sakıncası olabilir ve bu süre iletişim bilimi ve televizyon uzmanları tarafından eleştirilebilir, ancak, herhangi bir resmiyeti bulunmayan, eğitim dili, pazar dili olarak kullanılmayan, neredeyse eve hapsolmuş bir dil olan Zazaca için, çok önemli bir imkana dönüştürülebilir. Elbette televizyon tek başına bir dili kurtaramayacaktır. Ancak doğru bir planlama ve uygulama sayesinde dilin gerilemesini durdurabilir, Zazacayı konuşanların dillerini yeniden sahiplenmelerine vesile olabileceği gibi, dünyadaki birçok dilde görüldüğü üzere dili standartlaştırmada katkıda bulunabilir ve yayınlanan programlar aracılığıyla, sanattan siyasete, ekonomiden sağlığa pek çok alanda bir dil yaratılmasına yardımcı olabilir.

Televizyonun Zazaca’ya yapabileceği katkıyı genel hatlarıyla üç başlık altında toplayabiliriz.

 1 - Televizyon Dili Yaratan Bir Araç Olabilir

 3-  Televizyon Dilin Standartlaşmasında Katkıda Bulunabilir

 3 – Televizyon Dili Konuşanlara Özgüven Verir

1. TELEVİZYON DİLİ YARATAN BİR ARAÇTIR

Günlük yirmi dört saat yayın yapan bir aile televizyonun yayınlarına bakıldığında görülecektir ki, hayatın hemen her alanına dair yayınlar burada yer almaktadır. Sağlık, spor, siyaset, ekonomi, çocuk programları, teknoloji, bilim, kültür ve daha birçok alana dair yayınlar televizyonda yer almaktadır. Tabi bu yayınların kitleye ulaşmasında görüntü ile birlikte televizyonun yapı taşlarından biri de konuşma, yani dildir. Çok spesifik olmayan programlar ya da bir programın bir bölümü hariç, televizyon yayınlarında hakim unsur konuşmadır. İşte bu noktada televizyonun dille olan ilişkisi başlar. Yani televizyon söyleyen, izleyici de dinleyendir.

Peki, izleyiciye aktarılmak istenen konu ile ilgili, yayın yapılan dilde yeterince kelime yoksa bu iletişim nasıl kurulacaktır? Bilindiği gibi Zazaca’nın kullanım sahası ağırlıkla günlük hayattır. Zazaca ile bir siyaset programı, bir spor programı, bir sağlık programı ya da haber bülteni yayınlanacağı zaman; Zazaca bu içeriği doldurabilecek bir dil hazinesine sahip midir? Buna bugün verilecek cevap, sokakta ya da evde konuşulan Zazaca’nın elbette yetersiz olduğudur. Bu durumda televizyon, bu yayınları gerçekleştirebilmek için dili yaratan bir nitelik kazanmak tadır.

Bir televizyon kanalı ile bir dilin nasıl yaratılabildiğine en güzel örnek TRT 6’dır. 1 Ocak 2009 tarihinde yayına başlayan TRT 6’da bugün, bir günlük yayın akışı içinde sanattan siyasete, spordan sağlığa, haberden müziğe, yemekten ekonomiye yaklaşık 12 ile 15 başlık altında toplayabileceğimiz farklı program mevcuttur. Bu programlarda sağlıklı bir yayın yapabilmek ve hedef-kitle ile doğru bir iletişim kurabilmek için, günlük hayatta kullanılan Kürtçe zaman zaman yetersiz kalmaktadır ve programı hazırlayanlar ya da sunanlar tarafından yeni kelimeler türetilmektedir. Programı hazırlayan ya da sunanlar zaman zaman başka dillerden kelimeler alarak kendilerini ifade etmeye çalışmaktadırlar. Ancak bu her zaman mümkün olmamaktadır. Bu sorunu aşabilmek için ilgili kişiler, özü itibariyle kendilerinin işi olmasa da bir dilbilimci gibi çalışmak durumunda kalmaktadırlar ya da dil uzmanları ile işbirliği yaparak dilin yaratılmasına katkıda bulunurlar.

Bu durum aşağı yukarı aile televizyonu olarak yayın yapan her televizyon kanalı için geçerlidir. Zazaca dilinde günlük yirmi dört saat yayın yapan bir aile televizyonu olduğunda da benzer programların yayınlanacağını belirtmek mümkündür. Örneğin; bugüne kadar Zazaca’da bir spor programı yayını yapılamamıştır ve bir spor dili oluşmamıştır. Sadece bir futbol programı yayını, hatta bir maç özeti yayını yapılmaya teşebbüs edilse, bugün dilde mevcut olan kelimelerle bu yayını gerçekleştirmek mümkün olmayacaktır. “ Maç, top, kale, kaleci, penaltı, tac, aut, serbest vuruş, pas, file, ceza sahası, kaptan, köşe atışı” gibi terimler olmadan futbolla ilgili bir yayın yapmak olanaksızdır. Bu terimlerden “ penaltı, aut” gibi bir kaçı Türkçeye de başka dillerden geçiş yapmıştır ve bir çok dilde kullanılmaktadır. Ancak “serbest vuruş, kale, top, file, ceza sahası” gibi birçok terimin karşılığı türetilebilir ve bu karşılıklar olmadan yapılan yayın pek de sağlıklı olmayacaktır. Yukarıda, futbolla ilgili olarak belirtilen durum, Zazaca yapılacak her yayın için geçerlidir. Televizyonun amacı dil yaratmak değildir. Ancak asıl işlevi olan yayını gerçekleştirebilmek için bunu yapmak durumundadır.  Zazaca’nın mevcut hali göz önüne alındığında, bir televizyon kanalı, belki hiç olmadığı kadar önemli bir misyon üstlenebilir.

2.  TELEVİZYON DİLİN STANDARTLAŞMASINA KATKIDA BULUNABİLİR

Kite iletişim araçları, dil konusunda çoğu zaman yüksek saygınlığa sahiptir. Bu araçlar tarafından kullanılan dil, kitle tarafından genellikle bir süzgeçten geçirmeye ihtiyaç duymadan kabullenilir.  Kitle iletişimi araçları, dilde telaffuz, sözcük üretme ya da değiştirme konusunda bir güce sahiptir.  Medya, dilin standartlaşmasında aktif durumda olmasa da, yaygın tüketim alanına sahip olduğu için çoğu zaman dil kurumlarından daha fazla etkili olabilmektedir.  Özellikle yayın yaptığı dildeki ilk yayıncı ise kendi standardını oluşturur. İngiliz yayın kuruluşu BBC, Pe kin Radyosu, TRT Kurumu bu konudaki en önemli yayın kuruluşlarından birkaç tanesidir.[6]

2.1.   BBC’nin İngilizcenin Standartlaşmasına Katkısı

BBC, yayın hayatına başladığı ilk günlerden itibaren, İngiliz dili için önemli bir sorumluluk yüklenmiştir. BBC İngilizce ile ilgili bir politika belirlemiş ve bunu sürdürmüştür. 1920’de, metin okumada toplumda saygın kabul edilen telaffuz biçimini,  doğal aksan olarak seçmiş ve sadece bu aksanı konuşanları spiker olarak çalıştırmaya başlamıştır.  Bu yöntem doğal olarak diğer aksanları dışlamış ve gittikçe daha yaygın kullanılarak kendini kabul ettirmiştir. BBC, adeta bir dil kurumu gibi hareket etmiş, bu telaffuz biçiminin “tek” olduğuna karar vermiş, hatta tartışmalı kelimelerle ilgili dahi karar verecek kadar yetkili hale gelmiştir. Aldığı bu sorumluluk ve yetkinlikle, bütün spikerlerinin bu standardı kullanmasını sağlamıştır. BBC, kuruluşunun ilk günlerinden itibaren bu politikayı belli bir bilinçle uygulamış ve dilin standartlaşmasına çok en az bir dil kurumu kadar katkıda bulunmuştur.

2.2.   Çince – Pekin Radyosu İlişkisi

Kitle iletişim araçları, bir yandan, dilde kuralların yerleşmesine öncülük ederken, öte yandan bu dili konuşanlar arasında da kendi kullandıkları aksan ya da lehçelerin yerleşmesini sağlamaktadır. Özellikle, yazı dilinin standartlaşmadığı ve o dildeki eğitimin henüz toplumun tüm kesimlerine yayılmadığı ya da söz konusu dilde eğitime başlanmadığı durumlarda,  şive veya lehçe farklılıklarından dolayı sağlıklı iletişim kurulamayacak kadar birbirinden uzak kullanımlarda bile ortak dil kurulmasında önemli bir rol alabilmektedir.

Çin gibi çok büyük nüfuslu bir ülkede, bu görevi Pekin Radyosu üstlenmiştir. Pekin Radyosu resmi olmamakla birlikte, herkes tarafından kullandığı dil bakımda kabul görmüş bir radyodur. Çin Bilim Akademisi Dil Bilimi Araştırmaları birimiyle birlikte, Pekin Radyosu standartlaşma üzerine söz söyleyecek ve karar verecek derecede önemli bir yere sahiptir.

2.3.  İstanbul Türkçesi’nin Standart Türkçe Olarak Kabulünde TRT’nin Rolü

Yine Türkiye’de TRT Kurumu, İstanbul Türkçesi’ni standart Türkçe olarak kabul etmiş ve spikerlerini bu ağzı konuşanlar arasından seçmiştir. Kurum bu spikerleri, uzun süreli eğitimlerden sonra görevlendirmiş, bu titizlik de kurumu Türkçe konusunda bir okul, hatta bir dil otoritesi haline getirmiştir. Öyle ki dilbilimcilerin telaffuzu üzerinde anlaşamadıkları kelimelerde, TRT’nin kullanımı doğru kulla nım olarak kabul edilmiştir.

3. TELEVİZYON DİLİ KONUŞANLARA ÖZGÜVEN VERİR 

Kitle iletişim araçlarının devletler ve toplumlar arasındaki sınırları erittiği günümüz dünyasında kültürler, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar birbirinden etkilenmekte, egemen kültürler, güçsüz olan kültürleri kendi içinde eritmektedir. Kültürün en önemli taşıyıcı ögesi olan dil de bu durumdan ziyadesiyle etkilenmektedir. Bu kültürel karşılaşmada, genellikle egemen kültürün diğer kültür üzerinde hükmedici bir pozisyonda olduğu görülür ve egemen kültürün ögeleri yavaş yavaş diğer kültür içinde yer almaya başlayarak bu kültürü değişime zorlar. İki kültürün karşılaşmasında en fazla etkilenen unsur, egemen kültüre göre daha fazla pasif durumda olan kültürün dilidir.

Zazaca’ya baktığımız zaman, on- on beş yıl önce bile, kendimizi Zazaca kelimelerle ifade ederken,  bugün, aynı durumu ifade etmek için daha fazla Türkçe kelimeye ihtiyaç duymaktayız. Zazalar, 1990’lı yıllara kadar çoğunlukla başka kültürlere karşı daha korunaklı bir hayat sürdürmekteydiler. Ancak 1990’ların başından itibaren,  bir kısmı ekonomik, bir kısmı daha iyi bir standartta yaşamak, bir kısmı da zorunlu nedenlerle; İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana gibi büyük şehirlere ya da kendi coğrafyalarına yakın şehirlere göç etmişlerdir. Bu göçle ve aynı süreçte iyice yaygınlaşan Türkçe eğitimle birlikte Zazaca, egemen kültür olan Türk kültürü ve egemen dil olan Türkçe’nin hâkimiyeti ile karşı karşıya kalmıştır. Bu karşılaşmada 1980’lerde ya da 1990’larda günlük hayatta kullanılan birçok kelime, artık yerini Türkçe kelimelere bırakmıştır. Geçmişte Zazaca karşılıkları kullanılan “kefaret bu, rıyon, dermon, deyax, wer” ifadeleri,  bugün Türkçe karşılıkları olan “ geçmiş bu, yolci, ilaç, daymiş ve yemek” ile ifade edilmektedir ve Zazaca karşılıkları artık unutulmak üzeredir.

Zazaca,  konuşanları için bir yük haline gelmiştir. Zazaca konuşmak, dilin kullanıcıları tarafından, utanılacak bir davranış gibi hissedilmeye başlamıştır. Bu aşamada Zazalar, dillerini terk etme kararını almışlardır çünkü dile ilişkin “özgüvenlerini”[7] kaybetmişlerdir. Konuşanlarının özgüvenini kaybettiği bir dilin canlanabilmesi, toparlanabilmesi ve gelişebilmesi için şüphesiz yapılması gereken ilk şey, konuşanların yeniden özgüven duymalarını sağlamak, dillerine karşı bu negatif duruşlarını, pozitif bir duruşa dönüştürmektir.

Televizyon yayınları sayesinde, dil karşılaşmaları durumunda, pasif dili canlı tutan önemli araçlardan biridir. Çünkü televizyon diğer kitle iletişim araçlarına göre daha kolay ulaşılabilen ve tüketilebilen bir araçtır. Televizyon izlemek, yazı okumaktan daha kolaydır. Yazı için,  alfabe dediğimiz çeşitli sembollerin öğre nilmiş olması, bunların neyi karşıladıkları, zaman zaman ne gibi değişikliklere uğradığını bilmek gerekir. Ancak televizyon izlemek için dili bilmek yeterlidir. Dolayısıyla Türkiye’de günlük yaklaşık 4 saat televizyon izlendiğini göz önüne aldığımızda, Zazaca’nın canlılığını kaybetmemesi, egemen dil karşısında kendini koruyabilmesi, toplumun hafızasında yerini korumaya devam edebilmesi ve yeni kuşaklara aktarılabilmesi için televizyon, çok önemli bir araca dönüşebilme potansiyeline sahiptir.            

SONUÇ

Bir televizyon kanalında yirmi dört saat yayın yaparak bir dilin yok olmaktan kurtulmasını beklemek elbette fazlası ile iyimser bir yaklaşım olacaktır. Ancak kitle iletişim araçları, günümüzde olduğu kadar tarihin hiçbir döneminde toplumlar üzerinde etkili olmamıştır. Kitle iletişim araçlarının, toplumları değiştirendönüştüren bu özelliği iletişim bilimleriyle uğraşan bilim insanlarının dikkatinden kaçmamıştır. Kitle iletişim araçları içinde özellikle televizyon üzerinde daha fazla durulmuştur.  İletişim bilimi uzmanı Marshall Mc    Luhan, televizyon çağı ile birlikte, dünyanın artık bir “global köye”[8] dönüştüğünü ve televizyonun bilgi taşıyıcı bir araç olarak dünyada daha fazla demokratikleşme ve eşitliğin sağlanmasında önemli bir araç olabileceğini dile getirmektedir. Bütün dünyanın demokratikleşmesinde bile ciddi anlamda katkı sunabileceği düşünülen bir aracın, eğer doğru bir planlama ve yapılanma içinde kullanılabilirse, - tek başına bir dili kurtarması elbette beklenemez -, ancak dile ciddi anlamda katkı sunabileceği de dünyanın birçok bölgesinde, birçok dilde görüldüğü gibi yadsınamayacak bir olgudur.

KAYNAKÇA

ÖZERKAN, Şengül A., (2001), “Medya Dili ve İletişim”, Martı Yayınevi, İstanbul.

CRYSTAL, Davıd, (2007), “Dillerin Katili”, Profil Yayınları, İstanbul.

BRETON, Roland, (2007), “Dünya Dilleri”, NTV Yayınları, İstanbul.

EYÜPOĞLU, Ali, (2010 ), “Dünyada hangi ülke kaç saat TV izliyor?, milliyet.com.tr

TEKİNALP, Şermin, (1993), “Avrupa Topluluğu’nda Ulusal Kültür ve Televizyon”, Fakülteler Matbaası, İstanbul.



[1] David Crystal,, “Dillerin Katli” 1.baskı, Profil Yayınları, İstanbul, 2007, sayfa.15 

[2] Roland Breton, Dünya Dilleri, 1.baskı, NTV Yayınları, İstanbul, 2007, s.31

[3] Roland Breton, Dünya Dilleri, 1.baskı, NTV Yayınları, İstanbul, 2007, s.28

[4] David Crystal,, “Dillerin Katli” 1.baskı, Profil Yayınları, İstanbul, 2007, sayfa.99 

[5] Ali Eyüpoğlu, “Dünyada hangi ülke kaç saat TV izliyor?”, Milliyet.com.tr, Haziran 2010

[6] Şengül A. Özerkan, Medya Dil ve İletişim, 1.baskı, Martı Yayınevi, İstanbul, 2001, s.153

[7] David Crystal,, “Dillerin Katli” 1.baskı, Profil Yayınları, İstanbul, 2007, sayfa.134

[8] Şermin Tekinalp, Avrupa Toğluluğu’nda Ulusal Kültür ve Televizyon, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1993, s.1


Paylaş