ZAZALARDA ZAMAN MEFHÛMU VE ZAZA KÜLTÜRÜNDEKİ YERİ
Abdulmelik VERGİ
Eğitimci, A.Ü., Doktora öğrencisi, melikvergi@gmail.com
GİRİŞ
Zaman kavramı, lügatlerde “olmuş ve olacak hadiselerin birbiri ardınca cereyan edişinin düşüncemizde meydana getirdiği başı ve sonu belli olmayan soyut kavram, bu kavramın belli sınırlar içinde kalan bir parçası, bir önce veya bir sonraya göre belli bir ân, içinde yaşanılan devir, yaşanmakta olan vakit”1 gibi manalara gelmektedir. Zaman mefhumu, insan hayatı için çok anlamlı olup haddizatında insan hayatında da önemli bir yer işgal etmektedir. Zamanı kullanma konusunda herkes aynı bilinç düzeyine sahip olmasa bile zamanın ehemmiyeti konusunda herkes hemfikirdir. Başka meselelerde pek çok ihtilaf mevcut olmasına rağmen, insanlık, bu noktada -âdeta- ittifak edercesine bir “kültürel konsensüs” sağlamıştır. Bu sebepledir ki, zaman kavramı etrafında çok zengin ‘sözel’ bir kültür oluşmuştur. Küre-i arzda yaşayan her millet kendi terakkiyatına, milli şuuruna ve zamana atfettiği önemin derecesine göre söz konusu kültürünü şekillendirmeye çalışmıştır. Bu itibarla zamana verilen ehemmiyeti ifade eden vecîz sözler ve darb-ı mesellerden tutun da zamanın ‘taksimât’ına kadar engin ve zengin bir kültürel miras teşekkül etmiştir.
1 İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük (Kubbealtı Lugatı), Kubbealtı Neş., İstanbul, 2006,
2. Baskı, c. III, s. 3472.
Zaman mutlaktır. Zaman için herhangi bir sınırlama yoktur. Zamanı sınır-
layan biz insanlarız. Onu bölen, parçalayan da yine biziz. ‘Mutlak’ olan zamanı kendimiz için elverişli hale getirip daha iyi ve verimli kullanabilmek maksadıyla yaparız, bütün bunları. İşte bu gayeye matuf olmak üzere her dil, kendi ‘kültürel ve dilsel kodlarına binaen, söz konusu taksimâta tekabül eden kelime/ler vaz‘ ederek kelime grupları ve kelime örgülerini inşa eder. Dilin kendi iç dinamiği ‘fabrika’sında imal edilen bu mamûlat, hem o dilin kendi mirasının oluşmasına ve zenginleşmesine katkı sağlar hem de zaman içerisinde değişik münasebetler yoluyla farklı kültürel ortamlara ‘hicret’ ederek istimal edilir.
İşte dilin ‘zaman’ içerisindeki bu ‘zamansal serencam’ı tebliğimizin altyapısı-
nı teşkil etmekle beraber bahusus Zazaca’nın söz konusu bu süreçteki durumu, konumu ve zaman kavramının ifadesi için kullanılan kelime/ler, kelime grupları ve örgüleri ile bunların karşılıkları, yine yılın belirli günlerinin tarihleri ile isimleri ve zamanla bu kültürün oluşmasına katkı sağlayan efsanevî hikâye/cikler gibi mevzular ise üstyapısını oluşturmaktadır. Tüm bunların hedefi, Zazaca’nın bu ‘zamansal’ mirasını sözlü kültürden yazılı kültüre geçirmek suretiyle kayıt altına alarak kaybolmaktan kurtarmak ve bu mirasın “niceliğini” ve “niteliğini” görmek ve göstermektir.
Arapça[1] bir kelime olan zaman (زمان); vakit, süre, periyot, müddet gibi kök
anlamlara sahiptir. Zamane (devir, çağ), müzmin (kronik, süreğen), zamanî (geçici; laik, seküler), zamanen (zaman bakımından) gibi kelimeler ise bu kökten müştaktır. Zaman bilimi (kronoloji), zamandaş/lık (senkron/ize), zaman tüneli, zaman aşımı (murûr-ı zaman), zaman-ı saadet (asr-ı saadet), âhir zaman, ölü zaman; zaman almak, zaman geçirmek, zaman kollamak, zamana ayak uydurmak, zaman azmak, zaman ile yarışmak, zamanı dolmak gibi daha pek çok deyim ve birleşik sözcükler de içinde ‘zaman’ın geçtiği kelime gruplarıdır. Vakit (وقت), dehr (دهر), lahza (لحظة), devir (دور), dem (دم), fasıl (فصل), mevsim (موسم), çağ, dönem gibi kelimeler ise zamanı ve zamanın kısımlarını ifade etmek için kullanılan sözcüklerdir.
İmdi, bu girizgâhtan sonra Zazalarda ‘zaman’la ilgili meseleye geçelim. Za-
zalar ‘zaman’la ilgili hangi kelime/leri kullanmış ve kullanıyorlar? Zamanı nasıl taksim etmişler? Zaman içerisinde, bu ‘zaman’la ilgili nasıl bir kültür teşekkül etmiştir? Bu vb. soruların cevapları, tebliğimizin temelini oluşturmaktadır. Yazılı kültürün henüz yeni yerleştiği ve geliştiği Zazalarda, ‘zaman’ etrafında oluşan bu kültürü kayıt altına almak ve zaten kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan Zazaca’nın bu yönünü de koruma altına alma gayesi esas hedefimizdir. Bunu yaparken de sözlü kaynaklardan şifahen elde ettiklerimizi kayıt altına almaya ve -mümkün mertebe- takvimlerde yazılı olanlarla mukayese etmeye çalıştık. Herhangi bir şekilde yazıya geçirilmiş bir bilgiyi bu kapsamda değerlendirmedik. Çünkü zaten o bilgi kayıt altına alınmıştır. Bu itibarla daha önce yazılanlarla bazı yönlerden bir benzerliğin bulunması tamamen tesadüfî olarak kabul edilmelidir. Ayrıca bizim bu tebliğimiz, Zazalarda zaman etrafında şekillenen bu kültürü tamamen yansıttığı iddiasında değildir. Tam aksine yapılacak daha başka derlemelerle ikmal edilebilecek bir çalışmadır.
Zazaca’da zamanla ilgili genel kavramları aşağıda verdikten sonra diğer hu-
susları da tercih ettiğimiz -daha geniş bir zaman diliminden daha dar bir zaman dilimine doğru şeklindeki- bu tasnifle, ilgili başlıklar altında serpiştirerek vereceğiz. Bu genel kavramlar şunlardır:
Wext (vakit), her/hemi wext (her zaman, daima), wext ra wext (bir zaman diliminden ertesi günkü aynı zaman dilimine kadar geçen süre, bir gün, yirmi dört saatlik zaman dilimi), zamon (zaman), çagh (vakit), rêw (erken, eski), rêwîn (kadîm, eskiye ait, erken dönem), rêw ra nat… (bir süredir, eskiden beri…), eka/ înkê/nika (şimdi), ekayîn (şimdiye ait), ini h’el (şu an), ini heyom (elan), vêr (önce), hê vêr/heyvêr (ilk önce), vêrîn (önceki, az önceki), h’ela vêrîn (az önce), vêrcîyo (daha önce, önceleri, ilkin, evvela, ilk önce), rêka vêr (en önce), rêka vêrîn (en eski), ‘ewîl (ilkin, başta), ewîl ra nat (baştan/başından beri), erê/berey (geç, geç vakit), rêka erê (en geç, geç dönem), bad/ba‘d (sonra), bacîyo (daha sonra, bilahare), peyên (son, sondaki, sonuncu, sonunda), rêka peyên (en son), peynî (son), dima (sonra), azê/zey (vakta ki, o zaman ki, …dığı vakit, iken), ta omîyayîş/nêomîyayîş (vakit bulmak/bulamamak), ‘amir/’umir derg/kilm (ömür/uzun/kısa ömür), mewsîm (mevsim), dewir (devir, dönem), sêr yenu mîyo (yavrulama dönemi), mudi (süre, dönem, mühlet), mudi ra mudi (dönemden döneme), mudêko derg/kilm (uzun/ kısa bir süre), tim-tim/timûtim (her zaman), dor-dor (bazen, ara sıra), ravrê (bazen, gah), saet (saat), deqa (dakika), sanîya (saniye), salîsa (salise).
1. MİLENYUM (HEZAR SERRE)
Bin yıllık bir zaman dilimini ifade etmek için kullanılan bir tamlamadır. Bununla ilgili olarak Zazaca’da bazı deyimler kullanılmaktadır:
Destê tu hezar serrê bîyê: Genellikle “Eline sağlık” anlamında kullanılır. Ba-
zen birinin yardımı dokunduğunda bazen de “Ellerin dert görmesin” anlamında söylenir.
Hezar rueşonon bivîn: Bayramlara has olan bu deyim, çocuklar ile gençlere büyükleri tarafından söylenen ve uzun seneler yaşaması temennisini belirten bir dilek ve dua ifadesidir.
Allah tu hezar serre keru: Allah sana uzun ömürler versin anlamında bir dilek
ve dua cümlesidir.
Hezar serre şu…: “Bin yıl geçse de…” anlamına gelen bu deyim, bir şeyin ya-
pılamayacağını veya yapılmak istenmediğini ifade etmek için kullanılır. Mesela, “Hezar serre şu, ez tudirî nêxeftîyeno.” Bin yıl geçse de seninle çalışmayacağım.
Hezar serre uja veneru…: “Bin yıl orda kalsa da…” anlamındaki bu deyim de bir öncekine benzer bir manaya gelmektedir. Mesela, “Hezar serre uja vineru, ez inî cilonê tu wera nêdano.” Bin yıl orda kalsa da elbiselerini kaldırmam.
Hezar serre têyara ver/têyara pey…: “Bundan bin yıl önce … sonra…” mana-
sına gelen bu deyim, yıllar öncesinin nasıl olduğunu ve yıllar sonrasının da nasıl olabileceğini ifade etmede kullanılır. Mesela, “Hezar serre tîyara ver kalikê ma xu rê zimistonon d’ senî cuyeni?” Bin yıl öncesinde dedelerimiz kış aylarında nasıl yaşarlardı?
Hezar dor/duenim/gering… vatiş: “Bin kere söylemek…” anlamındaki bu de-
yim, defalarca kez söylenmesine rağmen bir şeylerin yine yapılmadığını ifade etmede kullanılır. Mesela, “Mi hezar dor tu ra va, wextê rakotiş d’ punconê xu vej.” Sana bin defa söyledim, yatarken çoraplarını çıkar diye.
Hezar heb… bibu…: “Binlercesi olsa…” Kesretten kinâye olan bu deyim, gü-
vensizlik durumunu ifade etmek için kullanılır. Mesela, “Hezar heb kerga mi bibu, ez yo z’ baweyê tu nêkeno.” Bin tane tavuğum olsa sana bir tanesini bile teslim etmem.
2. ASIR/YÜZYIL (SE-SERRE)
Yüzyıllık bir zaman dilimini ifade etmek için kullanılan bu tamlama ile ilgili
olarak da Zazaca’da, “Se serre ‘amir berdu.” (Yüz yıl yaşadı.), “Se sere têya bimonu…” (Yüz yıl burada kalsa da…) gibi örnekler verilebilir.
3. YIL/SENE (SERRE)
Zazalar yıl kelimesi için “serre” sözcüğünü kullanırlar. Her toplumda olduğu gibi Zazalarda da takvim yıllarıyla tarih tutmanın henüz yeterince gelişmediği dönemlerde, toplumu derinden etkileyen belli başlı mühim hadiseler, tarih (yıl) olarak kabul edilirdi. İnsanlar bu tip olaylarla geçen zamanın hesabını tutarlar, yaşlarını ve bazı olayların tarihini böyle tespit ederlerdi. Mesela, “Serre’g bon veşêy…” (Evlerin yakıldığı sene…), “Serre’g şêx xeneqnêy…” (Şeyh Said ve diğer şeyhlerin idam edildiği yıl…), “Serra zelzeleyê Çolîg û Varto…” (Bingöl ve Varto depreminin olduğu yıl…), “Serra ghelê…” (Kıtlık yılı…), “Serre’g tîje (ruaj) gêrya…” (Güneş tutulmasının olduğu yıl…), “Serra herbê Wurîs…” (Ruslarla savaşın yapıldığı yıl…), “Serra filonkes kot binê horês…” (Filan kişinin çığ altında kaldığı yıl…) gibi örnekler bu meyanda serdedilebilir.
Müslüman toplumlar asırlarca Hicrî/kamerî takvimi kullandılar. Çünkü üç
aylar, Ramazan orucu, hac, aşure ve bayramlar gibi belirli ibadet günleri bu takvime göre yapılır. Bu bakımdan çok önemlidir. Bunun yanında Osmanlılarda son dönemde Rumî/Şemsî takvim (Jülyen) de kullanılmaya başlandı (1840). Zazaların da kullandığı bu takvim, bugünkü Miladî/Şemsî takvimden (Gregoryen) 584 yıl 13 gün eksiktir. Zazaların gün ve ay hesabını yaparken “Guereyê hesabê ma/Hesabê ma gueri…” (Bizim hesaba göre…) dedikleri işte Rumî/Şemsî takim olan bu takvimdir. Kesin olarak ifade etmek mümkün olmasa da Osmanlıların resmi olarak kullanmaya başladığı bu takvimi, Zazaların da bu tarihten itibaren kullandığını söyleyebiliriz. 26 Aralık 1925 yılında kabul edilen kanuna göre uluslararası takvim ve saat kullanımı Cumhuriyet tarafından benimsenmiş ve 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Miladî/Şemsî takvim resmi olarak kabul edilip kullanılsa bile toplumdaki bazı hassasiyetlerden dolayı yapılan takvimlerde hem Hicrî hem de Rumî takvim hesapları kullanılmaya devam etmiştir.
Zazaca’daki “serre” (yıl/sene) ile ilgili kavramlar ise şu şekildedir:
Serra newî (Yeni yıl/yılbaşı): 1 Mart
Emserr (Bu sene)
Serrnê (Gelecek sene), Setirnê (Bir dahaki sene), Bitir setirnê (Bir dahaki
seneden sonraki sene/sonraki üçüncü sene)
Par (geçen yıl), Pêrar (geçen yıldan önceki yıl), Bitir pêrar (önceki/geçen
üçüncü yıl)[2]
Her serre (her yıl/sene)
Serra verên… (İlk yıl…)
Çend sêrr têyara ver… (Bundan birkaç yıl evvel…)
Badê çend serron… (Birkaç yıl sonra…)
Serre duyes aşmî… (Yılın on iki ayı…)
Serre ra serr…: (Yıldan yıla…)
Serrêk mend… (Bir yıl kaldı…)
Ti çend serrê yê/ya? (Kaç yaşındasın?)
Ti komyo serre bîyê/bîya? (Hangi yıl doğdun?)
Çend sêrr dewam kerd? (Kaç yıl sürdü?)
4. AY (AŞME/MENGE)
Yılın bölümlerinden biri olan ay, Zazaca’da “aşme/menge” kelimeleriyle kar-
şılanmaktadır. Bu kelime, hem dünyanın uydusu olan “ay”a hem de takvimin bölümlerinden birine karşılık olarak kullanılmaktadır. Zazaca’da içinde “aşme” kelimesinin geçtiği deyimler/kalıplaşmış sözler ve tamlamalar şunlardır:
Tîja aşme: Ay ışığı
Ruaşnê/ruaşnayê aşme: Ayın aydınlığı/parlaklığı Binê tîja aşme d’: Ay ışığı altında
Zey tîja aşme berqîyenu/a: Ay ışığı gibi parlıyor
Aşma çarês ruêjî: On dört günlük ay. Mec. güzellik
Aşma binê horî: Bulutların arkasındaki ay. Mec. Uzun süreden beri ortalıkta
görünmeyen
Aşma nêwî: Yeni ay/hilal[3]
Aşm/aşma nêwî vejîya: Ay doğdu/hilal göründü
Aşma dekêrdî: Dolunay
Aşma verên/peyên: İlk/son ay Sarê/sareyê aşme: Ay(ın) başı Peynîya aşme: Ay(ın) sonu
Poncesê aşme: Ayın on beşi
Aşmêk/di aşmî/… têyara ver: Bundan bir/iki/… ay önce
Aşmêk/di aşmî/… têyara pey: Bundan bir/iki/… ay sonra
Badê di/hîrî/… aşmon: İki/üç/… ay sonra
Her aşme: Her ay
Aşme ra aşme…: Aydan aya…
Di/hîrî/… aşmon ra yo: İki/üç/… ayda bir
Zerêyê di/hîrî/… aşmon d’: İki/üç/… ay içinde
Zazalarda kullanılan takvimin Rumî/Şemsî takvim olduğunu yukarıda be-
lirtmiştik. Bu takvimde yılbaşı 1 Mart itibariyledir. Bu bakımdan aşağıda ay isimlerini verirken de buna göre hareket edeceğiz. Günümüzde, miladî yeni yıl kutlamaları küresel çapta bir yaygınlık kazanmıştır. Global kültürün, etkisini henüz hissettirmediği dönemlerde, Zazalarda, yeni yıl kutlamalarıyla ilgili folklorik bazı etkinlikler mevcuttu. Mesela, yılbaşı gecesi -özellikle- erkekler kılıktan kılığa girer (kalê serra nêwî) ve kapı kapı dolaşırlar, hem -eğlenmek maksadıyla- insanları korkutmaya çalışırlar hem de ceviz, pestil, kuru dut, kavurma, tereyağı vb. şeyler toplarlardı. Bunun yanında skeç tarzı çeşitli oyunlar oynanır, bilmece yarışmaları düzenlenir, maniler (deyîr) ve türküler (klam/deyîr/lawik) söylenir, halay, delîlo, wuşkê/dîk gibi oyunlar oynanır, masallar anlatılır ve çeşitli konularda sohbetler yapılarak geçirilirdi. Ancak global kültürün hegemonyası, bu geleneğin kaybolmasına sebebiyet verdi. Nitekim böylesi etkinlilerin söz konusu tarihlerde artık yapılmıyor oluşu ve hatta bu tarihin hatırlanmaması bile bunun apaçık bir kanıtıdır.
Bilindiği gibi takvimlerdeki ay sayısı on ikidir[4]. Zazaların kullandığı Rumî/ Şemsî takvimde yılbaşı 1 Mart olduğu için ayların sıralanışını da -miladîden farklı olarak- mart ayından başlamaktadır. Buna göre ayların sıralanışı, Zazaca’daki isimleri ve mevsimlere göre dağılımı şu şekildedir:[5]
Wesar (İlkbahar) [12 Mart6–12 Haziran] | 1-’Adar (Mart) 2-Nîson (Nisan) 3-Gulon (Mayıs) |
Omnon (Yaz) [12 Haziran–12 Eylül] | 4-Hêzîron (Haziran) 5-Temuz (Temmuz) 6-Tevax (Ağustos) |
Payîz (Sonbahar) [12 Eylül–12 Aralık] | 7-Keşkêlon (Eylül) 8-Dişrîn Verên (Ekim) 9-Dişrîn Peyên (Kasım) |
Zimiston (Kış) [12 Aralık–12 Mart] | 10-Konun Verên (Aralık) 11-Konun Peyên (Ocak) 12-Sibat (Şubat) |
Yeri gelmişken aylarla ilgili olarak halk arasında söylenen bir tekerlemeye de yer vermek istiyoruz. Bu tekerlemede bahsedilenler daha ziyade hayvanların yem, saman, yaprak ve hayvansal mamuller bakımından bu aylardaki durumunu ifade etmektedir. Şu şekildedir:
Konuno cem qonun o
Sibato silawat o
‘Adaro dû dar o
Nîsono totur kêysono
Gulono kelê/xemlê kuwon o
Hezîrono heznê teyron o
Temuzo kalo kuz o Tevaxo axo wax o
Keşkêlono keşko run o
Dişrîno pele rişîno
Buna göre, ilk dizede, daha önce bir hazırlık yapıldığı için kış aylarında (Ko-
nun Verên û Peyên) hayvanların yem ve samanı tam ayarındadır. Her öğününü tam bir şekilde almaktadırlar. Şubata (Sibat) doğru yemler azalmaya başladığı için çeneler artık boşa gidip gelmektedir. Mart (‘Adar) ayında yayıklar ağaca asılmış yoğurtlar ayran için çalkalanıyor. Nisanda ise ayranlar kaynatılıp çökelek yapılmış ve torbalara konularak kuruması için asılmıştır. Mayıs (Gulon) ayında yağan yağmurla dağ bayır, çayır çimenle süslenmiştir. Haziranda dişi kuşlar yuvalarında kuluçka döneminde iken eşlerinden ayrı kalmanın hüznünü yaşıyorlar. Temmuz, kırsal kesimin iş yoğunluğunun en fazla olduğu aydır. Bu sebeple bel ağrılarından hemen herkes yaşlılar gibi iki büklüm olmuştur. Ağustos (Tevax) ise artık her tarafın yavaş yavaş sarardığı, sıcaktan dolayı nebatatın kuruyup boyun büktüğü bir aydır. Eylül ayı (Keşkêlon) keşk ve tereyağının kaynatılıp depolandığı aydır. Ekim ve Kasım (Dişrîn Verên û Peyên) ayları ise ağaçların yapraklarını döktüğü aydır.
Şimdi de sırasıyla her ayın günlerinde neler var, hangi efsaneler anlatılıyor,
ne tür kültürel unsurlar mevcut, ona bakalım:
4.1. MART (‘ADAR)
Rumî takvime göre yılın ilk ayı olup ilkbahar (wesar) mevsiminin de ilk ayıdır. Bu kelime, Yunancada Mártios, Latincede de Martius şeklinde olup Roma savaş tanrısının adı (Mars) olarak kayıtlarda geçmektedir[6]. Zazaca’da ve Kurmancî’deki ‘Adar kelimesinin Farsçadaki Âzer[7] kelimesiyle olan benzerliği dikkat çekici olsa da bunun isabetli olmadığı kanaatindeyiz. Zira Zazakî ve Kurmancî’de bu kelime mart ayı için; Farisîlerde ise 22 Kasım–21 Aralık tarihlerine denk gelen sonbaharın son ayı için kullanılmaktadırlar. Buradaki sadece bir isim benzerliğidir. Zaten Farsça’da bunun dışında isim benzerliği olan başka bir ay ismi bulunmamaktadır. Şunu hemen belirtelim ki, bu kelimeyle ilgili etimolojik bir bilgiye henüz ulaşmış değiliz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki, mart ayı, kış için yapılan hazırlıkların artık tükendiği bir zaman dilimidir. Bu bakımdan hem her şeyin ‘ateş pahası’ olduğu bir zamanda bu ihtiyaçları gidermek büyük bir külfettir. Hem de havanın kararsızlığından dolayı yakacak konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu bakımdan ‘Adar kelimesinin, Zazaca’daki “adir” (ateş) kelimesiyle - sesteş olmaları itibariyle- bir bağlantısının olabileceğini düşünüyoruz. Mamafih bu sadece bir tahmindir, bilimsel bir iddia değildir. Bu ayla ilgili olarak Zaza kültüründe şu hususlar kaydedilebilir:
1 Mart: Serra nêwî (Yılbaşı)[8]
5 Mart – Dêlubêşu: Delice fırtınalı olan beş gün demektir. Tecrübelere göre bu beş gün çok şiddetli (gît)[9] geçmektedir. İnanca göre, eğer bu tarihten önce yağış olursa söz konusu bu günler iyi geçecek. Aksi olursa yani bu tarihler içinde yağış olursa çok çetin geçecek demektir. Bu tarihlerde hayvanlara verilecek yem vb. şeyler artık tükenme noktasına gelmiştir. Fırtınalı geçen bu günler sebebiyle hayvanlara verilecek başka yiyecek de bulunmadığı için hayvanlar telef olmaktadır.
9 Mart – Leglêgy (Leyleklerin gelişi): Bugün de “gît”tir. Takvimlerde bu gün, 9 Mart soğuğu ve fırtınası olarak kaydedilmektedir.
12 Mart: İlkbaharın (wesar) başlangıcıdır. 12 Hazirana kadar devam eder. Ayrıca bu tarih ayıların ininden çıktığı tarihtir. Bu gün de “git”tir.
17 Mart – Zîyara ‘adarî: Rivayetlere göre, Diyarbakır yöresinde olan bir türbenin halk tarafından 17 Mart -özellikle Cuma- günü ziyaret edilmesiyle yaygınlaşan bir kültürdür. Buna göre ziyarette kurbanlar kesilir, yemekler dağıtılır. Hasta olanlar, ‘kadersiz’ler vb. sıkıntılara dûçar olanların uğrak yeridir. Yine rivayetlere göre, medrese talebeleri (feqî) de burayı ziyaret ettikten sonra evlerine dönerlermiş. Yani bu tarihten sonra medreselerde tedris dönemi sona erer ve talebeler dağılmaya başlarlar (Feqi zîyara ‘adarî d’ benî vilêy). Yeni tedris dönemi ise ekim ayındadır. Medresenin bu süre içerisinde tatilde olmasının sebebini, havaların ısınmasının yanı sıra kırsal kesimde iş sezonunun başlamasıyla açıklamak mümkündür. Ayrıca bu tarih, kasım ayı itibariyle teslim alınan “butkoni”11ların sahiplerine teslim edildiği bir tarihtir. Bunun Zazaca’daki ifadesi de şöyledir: “Zîyara ‘adarî d’ butkonon kenî vila”. Tecrübelere göre bu gün mutlaka yağışlı geçer. Hatta “gît” olur. Hava durumları iyi seyredip etraf yeşillenmeye başlamışsa bu günde yaşanabilecek muhtemel “gît”ten dolayı bunun zarar görmesi mukadderdir.
Mart-nisan arası farelerin yavrulama dönemidir12. Mart ayı ağaçların dikilmeye başlandığı aydır.
4.2. NİSAN (NÎSON)
Yılın ikinci ayı olan nisan, Akadca’da nisannu şeklinde geçmekte ve taze mahsul, turfanda anlamına gelmektedir13.
ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. “Puk” da tipi, fırtına anlamına gelir. “Bagêr” ise ‘puk’tan daha şiddetli olan tipi ve fırtınalar için kullanılır. Türkçedeki karşılığının ‘boran’ olduğu söylenebilir.
11 Butkoni: Bir kimseye -ücretli veya ücretsiz- bakılmak üzere emanet olarak bırakılan bir veya birkaç küçük-büyükbaş hayvan için müstamel bir tabirdir. “But” da bu bakım karşılığında verilen ücrettir.
12 Bu süre yaklaşık 70 gündür. Fareler dışında kedi, köpek, kurt, tilki, sansar ve sincabın da yavrulama süresi 70 gündür. Diğer hayvanlardan bazılarının da yavrulama süreleri şöyledir: At, eşek ve manda 12 ay; inek 9 ay; koyun-keçi 5 ay; tavuk ve kuş türleri 20 gündür. Ayrıca bazen bu yavrulama döneminde bir gecikme de meydana gelebilir. Yavrulama döneminde doğumun gecikmesine Zazaca’da “mitrêq” adı verilir.
13 Nişanyan, a.g.e.
7 Nisan – Avadîg/Gomêşqiron: Bu tarih de büyük bir “gît”tir. Rivayetlere göre, zamanın birinde, bu günde çok kar yağmış ve ardından çok şiddetli bir don olmuş. Hayvanlara verilecek yiyecek tedarik edilemediğinden birçok büyükbaş (camış, manda gibi) hayvan telef olmuştur. Bu sebeble bu ismi almıştır. Bunun yanında takvimlerde 7–12 Nisan tarihleri arasında “Sitte-i Sevr” adında bir fırtına kayıtlıdır ki, “Altı öküz/büyükbaş” anlamına gelen bu ifade hem verdiğimiz bu tarihle hem de anlamı itibariyle örtüşmektedir.
12–22 Nisan – Şilîya varonê/asteron: “Gît” olup yağmurun çokça yağdığı
günlerdir.
22 Nisan – Gharqê palon: Takım (Palan) yıldızı -ki yedi yıldızdır- bu tarihten itibaren kaybolur. 12 Haziran günü tekrar görünmeye başlar. Zamanın birinde bu tarihte çok kar yağmış. Hayvanlara verilecek kuru yaprak bağlarının bulunduğu ağaç (velgêr) evin hemen arkasındaymış. Kar o kadar çokmuş ki, lekenlerle bile evin arkasına gidilememiş. Şu satırlar da bunun şiirsel ifadesidir[10]:
Vîst-di yê nîson Gharqê palon
Dara şonî pey bonî Vor lekon
Nêreson pey bonî
Nisan, her türlü fide (şitil) ekiminin yapıldığı aydır. Kedilerin yavrulama dönemi bu aydadır.[11]
4.3. MAYIS (GULON)
Yunancada Máios, Latincede ise Maius olan bu kelime Rumi takvimin üçüncü ayı olup Mayıs başında bayramı kutlanan Roma tanrıçası anlamına gelmektedir[12]. Mayıs ayının Zazaca’daki karşılığının ise Gulon yani “aşma gulonî” (güller ayı) ifadesinden geldiğini söylemek mümkündür. Zira yağan yağmurlarla her taraf yeşillenmiş kırda, bayırda çiçekler, güller açmıştır. Bu bakımdan bu ismi almıştır, denilebilir[13].
7 Mayıs – Gaxemil: Yağan yağmurlardan dolayı her taraf yeşillenmiştir. Ot-
ların, çayırların bol olduğu bu dönemde büyükbaş hayvanlar iyice doyduğu için böyle bir ismi almıştır.
Mayıs ayı, geyik türü (paskuvî) yabani hayvanların yavrulama dönemidir (Sêr yenu mîyon). Dolayısıyla -yaygın inanışa göre- Allah’ın rahmetinin bir eseri olarak bu ayda geceleri hiç yağış olmaz.
Genelde buğday ve arpa gibi tahıllar sonbaharda ekilir. Ancak ilkbaharda eki-
leni vardır. Buğdayın (gheli/genim) ilkbaharda ekilenine “wesari” veya “hêwed” adı verilir. Arpa (cew) da aynı şekildedir. Havanın durumuna[14] göre nisanın sonu veya mayısın başında ekimi yapılır. Nohut (nehêy), bezelye (şuêly) ve mercimek (mişoşî) de arpa gibidir. Mısır[15] ise mayısın başında ekilir. Pirinç (riz) ve darı (kurêk) da mayısın sonlarına doğru ekilir.
4.4. HAZİRAN (HÉZRON)
Arapça bir kelime olan haziran Rumî takvimin dördüncü ayıdır.
Havanın durumuna göre bazı cins tahılların ekimi bu ayın başına yapılmak-
tadır. Tavşan ve tilkilerin yavrulama dönemidir. Dutların da olgunlaştığı aydır. Ayrıca otların biçilmeye başlandığı bir dönemdir.
12 Haziran gündönümüdür (ruajagêr). Yaz mevsiminin başlangıcıdır. Bu tarihten itibaren gündüzler kısalmaya başlamaktadır. Kışa dönüşü ifade eder[16]. Ayrıca takım (palan) yıldızının tekrar görülmeye başlandığı tarihtir.
4.5. TEMMUZ (TEMUZ)
Akadca’da bir Babil ve Asur tanrısının adı[17] olarak geçen Temmuz, Rumî
takvimin beşinci ayıdır.
Qirixê payîz: 15 Temmuzdan sonra dağlık alanlarda çıkan, kardelene (kûlbiza) benzeyen ve soğukların (sonbahar) başlangıcının bir işareti olarak kabul edilen bir bitki çeşididir.
Bu ayın sonu itibariyle yüksek yaylalarda buğdaylar ekilmeye başlanır. Bu ekim işine Zazaca’da “cite kerdiş” veya “cite romitiş” adı verilir. Bu iş, şimdilerde traktörlerle yapılsa da eskiden -ve şimdi ise ulaşımın zor olduğu yüksek yerlerde- özellikle bu iş için hazırlanmış özel hayvanlarla (gêy/gayê cite) -ki Zazaca’da bunlardan enenmiş/iğdiş edilmiş olanlarına “gêy/gayê xesnayê” diye isim verilir- yapılır(dı). İki öküz “nîri” adı verilen boyunduruğa bağlanır. Boyunduruğa bağlı olup “engâz” adı verilen demir veya sert ağaçtan yapılmış karasabanla tarla sürülür. Tohum atıldıktan sonra üzeri iyice örtülür (sak kerdiş) ve işlem tamamlanır.
Diğer yandan hasat dönemidir, bu ay. Ekinlerin biçildiği ve harman alanına (cuyîn) taşındığı zaman dilimidir. Eskiden -ve halen ulaşım imkânlarının bulunmadığı yüksek yaylalarda- ekinler cuyîn[18] adı verilen harman alanına taşınır. Ekinin bir miktarı bu alana serilir. Boyunlarından birbirine bağlanan iki üç öküzle -öküzün yeterli olmadığı durumlarda ilaveten eşekle- harman alanındaki ekinler dövülür. Harmanın daha iyi ayrışması için de yaba/diren/dirgenler (mêlîyev) kullanılır. Ekinler iyice dövüldüğünde daneler başaklarından ayrılır. Geride kalan saplar da kırılıp saman haline gelir. Son işlem ise daneleri samandan ayırma işidir. Bunun için de hafif rüzgârlı bir gün beklenir. İyice dövülüp ufalanan ve alanda toplanan harman direnlerle (mêlîyev) esinti yönüne göre savrulur. Rüzgârla savrulan saman bir tarafa gider, toplanır. Daneler de olduğu yerde birikir. Biriken daneler kalburla (serrede) bir daha ayrıştırılır. Bu şekilde taş, ot ve başak gibi kalburun üstünde birtakım şeyler kalır ki, bunlara Zazaca’da “zingri” diye isim verilir. Harman alanındaki bu işlemden sonra -verilecekse- tahılın zekât kısmı da ayrılır ve ardından eve taşınmak üzere torbalara doldurulur. Eve getirildikten sonra “pêrcun” adı verilen kalburdan daha dar delikli bir elekle elenir. Burada “xiluer” ve “dimuer” adı verilen yabancı cisimler ayıklanır. Son olarak da “zivêle” adı verilen ve tahtadan yapılmış tepsi/sini ile savrularak tahıl iyice ayıklanır. Ardında öğütülmek üzere değirmene götürülür.
Bazı meyve ve sebzelerin olgunlaştığı aydır.
4.6. AĞUSTOS (TEVAX)
Yunancada Avgustos, Latincede de Augustus olan bu kelime Roma imparato-
ru Octavianus’un (M.Ö 30 – M.S 18) lakabıdır. Rumî takvimin altıncı ayı olan ağustos, Latincede artırmak, büyütmek, yüceltmek (otorite) gibi anlamlara gelen augere kelimesi ile de irtibatlıdır[19]. Zazaca’daki isminin ise hayvanların yakalandığı şap (tevex) hastalığından geldiği söylenebilir. Zira hayvanlar bu hastalığa genelde bu ayda yakalanırlar (Heywon tevex kotu).
4.7. EYLÜL (KEŞKÊLON)
Akadcada elulu şeklinde olup hasat zamanı, bağbozumu anlamına gelmektedir[20]. Yılın yedinci ayıdır. Zazaca’daki ismini ise “keşk”[21] adı verilen bir tür tarhanadan almış olması muhtemeldir. Çünkü “keşk” bu ayda yapılır.
12 Eylül sonbaharın başlangıcıdır. Leyleklerin dönüşü bu aydadır.
Mehseri: Bağbozumu demektir. Eylülün sonu, ekimin başında yapılır[22].
Eskiden bu ayın sonlarına doğru dölleme için koçlar, koyunların içine salı-
nırdı.
4.8. EKİM/TEŞRÎN-İ EVVEL[23] (DIŞRÎN VERÊN)
Arapçada Teşrin kelimesinin kökü olan (الَشَّرنُْ) [eş-Şernu] kelimesi, yarmak ve kayadaki yarık anlamına gelmektedir[24]. Kelime kökündeki bu anlam, bu ayda yapılanlarla bir bütünlük arz etmektedir. Zira bu ay, pek çok tohumun toprağa atıldığı bir aydır. Bu ayın “ekim” şeklinde Türkçedeki söyleniş de bu anlamla aynı paraleldedir. Zaza kültüründe bu ayla ilgili şu hususlar kaydedilebilir:
Jaraf: Bu ayda yağan yağmurlarla “zîçê payîz” adı verilen birtakım otlar biter. Henüz bir yaşında olan hayvanlardan bu otu yiyenler bu hastalığa yakalanır (jaraf donî wera). Soğuk algınlığına benzeyen bu hastalık (illet) uzun bir süre devam eder. Nisana kadar süren bu hastalığa yakalanan hayvan genelde ölür. Bazen buna benzer bir rahatsızlığa küçük çocukların da yakalandığı söylenmektedir.
Ceviz, mazı/mazêr (mazî), palamut (bolî/bêrî), kara meşe/azgilêr (şarbolî)
gibi ağaçların tohumları bu ayda toprağa atılır.
Bu ayın sonu itibariyle pek çok tahıl türünün ekimi yapılır. Buğday, arpa gibi
bir kısım tahıl ürünü daha erken bir dönemde ekilir. Bu şekilde toprağa atılan tohum biraz çıkıp yeşerdikten sonra o haliyle karın altında kalması sağlanır. Bu işleme Zazaca’da “qirom” adı verilir. Bazen ise bu ekim işi için havaların iyice soğuması beklenir. Bunun sebebi de bu şekilde tohumun, yeşermeden direkt karın altında kalması istenir. Böylece tohum bir nevi doğal derin dondurucuda dondurulmuş olunur. İlkbaharda karlar eridikten sonra da yeşermeye başlaması beklenir. Ayrıca sonbaharda ekilen buğdaya Zazaca’da “penckî” şeklinde bir isim verilir.
25 Ekim – Şilîya kelverdon: Bir hafta on beş gün süren bir yağış dönemi-
dir[25]. Bu yağış dönemine böyle bir ismin verilmesinin sebebi ise döllemesi için bu tarihte tekelerin keçilerin arasına salınmasıdır. Bunun Zazaca’daki ifadesi de şöyledir: “Kelon verdon ra mîyon bizon.”
4.9. KASIM/TEŞRÎN-İ SÂNÎ (DIŞRÎN PEYÊN)
Kasım, Arapçada bölen, taksim eden anlamında bir kelimedir. Rumî takvim-
deki ikinci teşrin olup sonbaharın son ayıdır.
Havalar iyice soğumaya başladığı için bu ayın sonlarına doğru hayvanlar “donga” adı verilen ahırlara kapatılıyor. Yine bir önceki ayın sonlarından itibaren başlanan tahıl ekimleri -havanın durumuna göre- bu ayın sonlarına doğru devam eder.
4.10. ARALIK/KÂNÛN-İ EVVEL (KONUN VERÊN)
Arapça lügatlerde “kânûn” kelimesine ocak, şömine anlamı verilmektedir. Ayrıca mecazen sakîl/ağır adam anlamına da gelmektedir. Bu kelimenin Rumca olduğu ve kânûn-ı evvel ve âhir olmak üzere iki Rumî ayın olduğu belirtilerek bunların kış mevsiminin kalbinde bulunan iki ay olduğu kaydedilmektedir. Buna mukabil Araplara göre bu ayların “herrârân ve hebbârân” isminde iki ay olduğu ve bunların da kışın en şiddetli iki ayı olduğu ifade edilmektedir.[26] Bu ay, adını -yaygın rivayete göre- iki bayram arasına gelen zi’l-kaade ayına halk arasında verilen aralık ayı adından almaktadır[27].
12 Aralık: Gündönümüdür (ruajagêr). Kış mevsiminin başlangıcıdır. Bu ta-
rihten itibaren gündüzler uzamaya başlamaktadır. Yaza dönüşü ifade eder[28].
12 Aralık–22 Ocak – Çeli/Çelo Verên (Erbaîn/Zemherîr/Karakış[29]): İki tane çeli vardır. Bunlardan ilki kırk; ikincisi ise elli gün devam eder. İlki eril (nêr); ikincisi de dişil (may) olarak kabul edilir. Kırk gün süren bu soğuk hava dönemi 12 Aralık (Konun Peyên) itibariyle başlar. İlk çeli, yeri etkiler. Toprağın donmasıyla birlikte soğukların ve de kışın başladığı kabul edilir.
4.11. OCAK/KÂNÛN-İ SÂNÎ (KONUN PEYÊN)
23 Ocak-12 Mart – Çeli/Çelo Peyên (Hamsîn): Elli gün süren bu ikinci çeli dişi (may) olarak kabul edilir. Bu süre içerisinde cemreler düşer. Cemrelerden sonra havalar yumuşamaya (nermaya) başlar[30]. Bu dönemin bitimiyle birlikte ilkbahar (wesar) mevsimi başlar.
Bu iki ay arasında Ermeni Ortodoksları haçı suya atarlar.
17–19 Ocak – Pinê Qêrs: Zazaca’da “pin” genç evlat demektir. “Qers” ise şiddetli soğuk demektir. Rivayetlere göre yaşlı bir kadının (pîre) genç evladı (pin) bu tarihte (17 Konun Peyên) silahını kuşanıp atıyla ava çıkmış. Dönüş yolunda şiddetli bir kar fırtınası olmuş (puk) ve delikanlı yolunu kaybetmiş. Tipiye daha fazla dayanamayan genç avcı, hayatta kalabilmek için, zaten soğuktan donmak üzere olan atını boğazlamış. İç organlarını çıkararak kuytu bir köşeye, bir kayanın altına çekmiş ve atın kafesine girmiş. Bu arada yaşlı kadın da gözü yollarda, endişeli bir bekleyişe girmiş. Bu tedirginlikle bir dışarı çıkıyor, bir içeri giriyormuş. Dışarı çıktığında, çok soğuk olan havanın etkisiyle karamsarlığa kapılıyor ve “Pinêm çaw bibu, nika rêw ra sêrd vera misêl bîyo.” (Evladım bu soğukta her neredeyse, şimdiye kadar çoktan donup gitmiştir.) şeklinde söyleniyormuş. İçeri girdiğinde ise sobanın başında ısındığından evladı için ümitleniyor ve “Pinêm çaw bibu, nika xu rê ho weş, rêw xelesîyo.” (Evladım her neredeyse, şimdi çoktan kurtulmuş ve sağlıklıdır.) cümlesini durmadan tekrarlıyor, diğer yandan evladının sağ salim eve dönmesi için de dualar ediyormuş. Delikanlı da tıpkı yaşlı annesinin bu birbirine zıt iki halini aynı anda yaşıyormuş. Yani hava ayaz olduğunda içinde bulunduğu kafes/deri de soğuktan büzülüyor ve delikanlı içinde sıkışıyormuş. Hava biraz yumuşadığında ise kafes genleşiyor ve genç, içinde rahatlıyormuş. Bu şekilde bir gece kafeste kalan genç avcı, ertesi gün hava açtığında yola çıkmış ve evine dönmüş. İşte Zaza kültüründe çok önemli olan bu efsane sebebiyledir ki, her yıl bu tarihin çok soğuk ve sert (wişka/puk) geçtiği/geçeceğine inanılır. Bu tarih de “gît”tir.
31 Ocak – Tuşkek/Kavirêk: Efasaneye göre, kışın artık bittiğine inanan ve
buna sevinen çepiç (tuşk) ile kuzu (kavir) hoplayıp zıplamaya ve eğlenmeye başlamışlar. Uzun bir süredir içeride (donga) kapalı kalan bu iki kafadar, kışın bittiği ve baharın geldiği zehabına kapılmışlar. Bu sevinçle çepiç olanı şunu söylemiş:
Ez tuşko tuşkêk leto (Ben gücü yerinde bir çepicim) Mi gon o kueçê kueto (Geven ve dal kemirdim)
Nî çorê m’ helîya ([Ona rağmen] ne yağlarım eridi) Nî z’ şonê m’ dêlîya (Ne de çobanım keyifsiz oldu)
Kuzu olanı da şöyle demiş sevinçten:
Ez kaviro kavirêko leto (Ben gücü yerinde bir kuzuyum)
Mi puş o palax kueto (Ot ve kabuk kırıntıları kemirdim)
Nî dimê mi helîya ([Ona rağmen] ne kuyruk yağım eridi)
Nî z’ şonê m’ delîya (Ne de çobanım keyifsiz oldu)
Ancak bunların şu kumpastan haberleri yok: Ocak (konun peyên) ayı, şu-
battan “bana bir gün ödünç ver, ben bu çepiç ile kuzunu başını yakayım” diyerek bir gün istemiş[31]. Şubat, ocağın bu dileğini kabul etmiş. Ocak da ödünç aldığı bu günü çok şiddetli bir soğuğa çevirmiş ve kafadarların ölümüne sebep olmuş. Bu yüzden ocaktaki gün fazlalığı ve şubattaki gün eksikliğinin bundan kaynaklandığı inancı da vardır. Bu tarihin -ki “gît”tir- çok soğuk ve sert (wişka) geçeceği kabul edilir.
Zaza kültüründe “Kara Çarşamba” diye kabul edilen üç çarşamba vardır[32]. Bunlardan biri “Konun xelas, çarşeme Xidlîyas” diye tabir edilen Kanun-ı sânînin bitiminden hemen sonraki ilk çarşambadır. Bu kabule göre bu çarşambalar da “gît”tir. Bu ilk çarşambada şöyle bir adet bulunmaktadır: Evlenme çağına gelmiş genç kız ve erkekler, ileride evleneceği kişiyi rüyada görebilmek için yatmadan evvel bol tuzla yapılmış çörekler yerler. Gördükleri rüyada bunun işaretleri aranır. Artık rüyasında kim kendisine su verirse veya hangi evde su içerse yahut hangi eve yakın bir çeşmeden su içerse o haneden biriyle evlenileceğine inanılırdı. Bu şekilde kısmetini arayıp bulanların hikâyeleri bile anlatılır.
Bununla birlikte buradaki “Xidlîyas”ın Hıdır ve İlyas’ın buluşması olarak
kabul edilen “Hıdırellez”in Zaza kültüründeki farklı bir yansıması şeklinde düşünülebilir. Nitekim burada iki Hıdır’ın varlığı kabul edilmektedir. Bunlardan biri “Xidirê kuwon” (Dağların Hıdır’ı) diğeri de “Xidirê awon” (ab-ı hayat içen Hıdır)’dur.
4.12. ŞUBAT (SIBAT)
Akadcada vurma, çarpma ve yıkma anlamlarına gelen şubat, Rumî takvimin
son ayıdır. Bu ayla ilgili olarak şunlar kaydedilebilir:
Ayıların yavrulama dönemidir, bu ay. Kedilerin kızışma dönemidir (Pisîng
virrnêw kenî).
7 Şubat – Cuyînê vor: çok kar yağdığı ve biriken karlar harman alanındaki birikintiye benzediği için bundan kinaye olarak bu tarihe bu isim verilmiştir. Bu tarih de “gît”tir[33].
14 Şubat – Kila Sibatî: Rivayetlere göre, Yahudiler Hz. İsa’yı öldürmek için kovalamışlar. Hz. İsa da kurtulmak için ibadethaneye sığınmış. Takip edenler, onu burada sıkıştırıp öldürmeye çalışmışlar. Bu esnada mucizevî bir şekilde etraf nurlanmış ve Hz. İsa ortadan kaybolmuştur. Onun bu şekilde öldürüldüğüne inanan Ermeniler, her yıl bu tarihte ateş yakarlarmış. Adını buradan alan bu tarih, Zaza kültüründe “gît” olarak kabul edilir ve havanın kötü geçeceğine inanılır[34].
Zîpê[35] (Şubatın son dört günü ile Martın ilk dört günü): Sekiz gün yedi gece devam eden ve takvimlerde kocakarı soğukları (Berde’l-acûz/Eyyam-ı husûm) olarak geçen günlerdir. Genelde yağışlı (kar veya yağmur) geçer. “Gît” olarak kabul edilir. Bu dönemde mutlaka yağışın yağması gerektiği inancı vardır. Hatta bunun için şöyle bir ifade kullanılır: “Wa zîpon d’ bivaru, çita varon wa bivaru. Wazon wa gûn bivaru.” (Bu günlerde yağsın da ne yağarsa yağsın. İsterse kan yağsın.) Rivayetlere göre, geçmiş peygamberler döneminde meydana gelen pek çok helak bu günlerde yaşanmıştır. Bu sebeple bu günler halk arasında tabiri caizse lanetli günler olarak kabul edilir. Nitekim bu günlerde pek çok şeyin yapılması uğursuzluk olarak kabul edilir. Mesela, saç sakal kesilmez, ağaç dikilmez, düğün yapılmaz. Ayrıca ikinci “Kara Çarşamba” da “zîpê” günleri içerisindedir. Bu günde yolculuk yapılması uğursuzluk sayılır. Güzel şeylerin yenilip içilmesi ve giyilmesi gerekir. Ayrıca evde bulunan yiyeceklerden her bir çeşidinden birazının sadaka olarak dağıtılması da bu güne ait adetlerdendir. Üçüncü “Kara Çarşamba” da bu günlerden sonra gelen çarşambadır.
5. HAFTA (HEFTI)
Hafta kelimesi Farsça bir kelime olup yedi günlük bir zaman dilimini ifade
eder. Zazaca’da haftanın günleri (ruajê heftî) şöyledir:
1- Şeme (Cumartesi)
2- Kirî/Bazar (Pazar)
3- Dişeme (Pazartesi)
4- Sêşeme (Salı)
5- Çarşeme (Çarşamba)
6- Paşeme (Perşembe)
7- Cum’a/Yeni (Cuma)
Hafta ile ilgili olarak şunlar kaydedilebilir:
Di/hîrî… heftê tîyara ver… : Bundan iki/üç… hafta önce…
Di/hîrî… heftê tîyara pey… : Bundan ik/üç… hafta sonra…
Badên di/hîrî… hefton… : İki/üç… hafta sonra… Di/hîrî… hefton ra yo… : İki/üç… haftada bir…
Hefti ra di/hîrî… hêw… : Haftada iki/üç… kez....
Hefti ra hefti… : Haftadan haftaya…
Her hefti… : Her hafta…
Zerê yo/di… heftî d’… : Bir/iki… hafta içinde…
Hemo heftêk nêqedîya… : Henüz/daha bir hafta bitmedi… Çend heftê mend/vîyert…? : Kaç hafta kaldı/geçti…?
6. GÜN (RUAJ/RUAC/ROC)
Yirmi dört saatlik bir zaman dilimini ifade eder. Bunun için Zazaca’da “ruaj/
ruac/roc” kelimesi kullanılır. Şemsî ve kamerî olmak üzere iki çeşit gün hesabı vardır. Şemsî gün, güneşin doğuşundan doğuşuna olan zaman dilimidir. Kamerî gün de güneşin batışından batışına olan zaman dilimidir. Günümüzde durum biraz farklı olsa da eskiden Zazaların kamerî gün hesabını daha çok kullandığı söylenebilir. Mesela, özellikle, Perşembe günü akşam vakti için Cuma akşamı ifadesi kullanılır (Emşu şewa yenî/cum’e wa)[36]. Hatta bu vesileyle akşam namazından sonra Yâsîn vb. sureler okunur ve ölmüşlerin ruhuna hediye edilir. Bu gelenek az da olsa varlığını devam etmektedir.
Gün etrafında oluşmuş kültür şu şekildedir:
Êru (bugün), siba/meştbî (yarın), bîyor/disibê (iki gün sonra), bîtîyor (üç gün
sonra), sîtîyor (dört gün sora), kitîyor (sonraki beşinci gün)
Vizêr (dün), perê (dünden önceki gün), perarê (önceki üçüncü gün), bitirperarê (önceki dördüncü gün), sitirperarê (önceki beşinci gün)[37]
Namaz vakitleri: Siba/serêsibê (sabah), nîmruaj/hel/taştari (öğle), yeri/‘esr
(ikindi), meghreb (akşam), ‘eşa (yatsı) Êru-siba…: Bugün-yarın
Êru nê siba…: Bugün değil yarın…
Siba nê bîyor…: Yarın değil öbür gün… Mec. Çıkmaz ayın başı/onbeşi… Sibê/serêsibê şima xêri bu!: Hayırlı sabahlar, günaydın!
Serêsibê serêsibê (şinê/a ça/sekenî…?): Sabah sabah (nereye gidiyorsun/ne ya-
pıyorsun…?)
Her ruaj…: Her gün…
Ruaj ruaj dirî…: Günden güne Ruajveti: Gündoğumu/doğu
Ruajawon: Günbatımı/batı
Ruaj/tîje: Güneş, Ruaj/tîje vejîya: Güneş doğdu, Tîja ruajî: Güneş ışığı/ışın-
ları
Ruaji: Oruç, Aşma ruêjî: Oruç ayı
Nomê ruajon: Günlerin isimleri[38]
Qismê ruêjî (Günün kısımları): Şefeq (şafak/tan), serêsibê (sabah), hele/
nîmruaj/taştari (öğle), yeri (ikindi), meghreb/şon (akşam), şewe (gece), mîyon şewe (gece yarısı)
Şefêqî eşt…: Şafak attı/tan yeri ağardı…
Siba/Hele/Şon diya…: Sabah/Öğlen/Akşam oldu…
Şewe (mîyon) hot cê ra şîya…: Gece yarısını çoktan geçti…
Şewa cum’ê/ bimbarek: Cuma gecesi/mübarek gece
Ruajê cum’î/…: Cuma/… günü
Ruajê/şewa ‘arfa: Arefe günü/gecesi
Ruajê/şewa ruaşonî: Bayram günü/gecesi
Ruajo verên/diyîn…: İlk gün/ikinci gün/…
Ruaj peyên: Son gün
Şewa verên/diyîn…: İlk gece/ikince gece/…
Şewa peyên: Son gece
Ruaj vîst çar saetî…: Günün yirmi dört saati…
Ruaj vîst çar saetî yo: Gün yirmi dört saattir.
Wextê fatar (diya): İftar vakti (girdi)
Wextê paşîf (qedîya): Sahur vakti (çıktı)
Wextê nimaîj (diya): Namaz vakti (girdi)
Wextê werdişê nonî/cêmî (Yemek yeme vakitleri): Arayî (kahvaltı), sêpari (öğle ile kahvaltı arasındaki ara öğün/kahvaltı), tâştî/nîmruaj/hele (öğle yemeği), şomî (akşam yemeği)
Bu mevzuyu, son olarak, şu kafiyeli ifadelerle bitirelim:
Ruajî bîy dêrgî (Günler uzadı)
Pîzey bîy vêrgî (Karınlar kurt gibi acıktı)
Kevonê bîy kergî (Ev hanımları da tavuk misali ağırdan alıyorlar)
SONUÇ
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan en önemli unsurdur. Bu iletişimi yerine getirirken dil, gerek kendi ‘iç dinamiğinin mamulâtı’ olan birtakım kelimeleri gerekse başka dilden ‘hicret’ eden kelimeleri kullanır. Dilin, iletişimin hizmetine sunduğu bu kelimât, muhtelif açılardan tasnif edilmeye müsaittir. Başka dilden gelen ‘muhacir’ (yabancı) kelimeler, dinin etkisiyle dile giren veya üretilen kelimeler, günlük dilde sık kullanılan kelimeler, mutlak olarak ‘zaman’a ait kelimeler şeklinde bazı tasnifler yapılabilir. Her ilim dalının kendine has teknik terimleri de bu tasnifin diğer boyutunu oluşturmaktadır. İşte, konuşma dilinde her ne kadar kadîm bir dil olsa da yazı dilinde henüz yeni bir gelişim seyrinde olan Zazaca’nın -en kapsamlı haliyle- ‘zaman’a ait bu kültürünü salt kayıt altına alma gayesi güden bu tebliğimiz, âcizane, kendi çapında bir teşebbüste bulunmuştur. Umarız ki, bu girişim kısmen de olsa bir boşluğu doldurmuş ve beklenen hizmeti ifa etmiştir. Bir ‘ilk olma talihsizliğini’ yaşayan bu tebliğ, muhtelif yörelerde yapılabilecek çok daha kapsamlı çalışmalarla ikmal edilip daha da mükemmel hale getirilebilir. Ayrıca bu çalışma, ilerde yapılabilecek Zazaki bir takvimin altyapısını oluşturabilen bir basamak olarak kabul edilebilir.
KAYNAKÇA
(Sözlü Kaynaklar)
Ali VERGİ, Bayırlı Köyü, Genç-Bingöl, (79).
Kamil VERGİ, Bayırlı Köyü, Genç-Bingöl, (83).
Sıddık ERDOĞAN, Sudurağı (Ayizan) Köyü, Karlıova-Bingöl, (78).
Tevfik TANIK, Bayırlı Köyü, Genç-Bingöl, (62).
[1] Bu kelimenin aynı formdaki kullanımının başka dillerde ve de daha eskiye dayandığı bilgisi de mevcuttur. Bkz. Sevan Nişanyan, Sözlerin Soy Ağacı (Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü), Everest Yay. İstanbul, 2010.
[2] Bu ve bundan hemen önceki satırda geçen benzeri ifadeler, tesbit edebildiğimiz kadarıyla, başka dillerde olmayıp sadece Zazaki’ye ait hususiyetlerdir.
[3] Halk arasında yeni ayı oturarak gören/karşılayan bir kişinin o ayı iyi geçireceğine; ayakta gören/karşılayan kişinin de o ayı hep koşuşturmaca ve sıkıntılarla geçireceğine inanılır.
[4] Bu husus Kur’ân’da da geçer. “Allah katında ayların sayısı on ikidir…” (Tevbe Sûresi 36. âyet)
[5] Mevsimlerin başlangıç günleri olan bu tarihler, Zazaca’da “ruajagêr” (gündönümü) olarak isimlendirilmektedir. Bu tarihlerden 12 Haziran kışa dönüş olarak kabul edilmektedir. Ayrıca bu, gündüzlerin kısalmaya başladığı bir tarihtir. 12 Aralık ise yaza dönüşü ifade etmektedir.
Yine bu tarih, gündüzlerin uzamaya başladığını da işaret etmektedir.
[6] Nişanyan, a.g.e.
[7] Bu kelime Arapça lügatlerde “âzâr” (آذار) şeklinde geçmekte ve Rumî takvimin altıncı ayı olarak kaydedilmektedir. Bkz. ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, Matbaatu Hukûmeti’l-Kuveyt, Kuveyt, 1965, c. 10, s. 40.
[8] Yılbaşındaki folklorik etkinlikler için “Ay/Aşme” başlığına bkz.
[9] Zazaca’da “gît” kavramı daha çok belirli günlerde yaşanan yağışlı, fırtınalı hava durumlarını
[10] Bu tarih, takvimlerde “Kasım” (kış) günlerinin sonu; ertesi gün ise hıdırellez olup “Hızır” (yaz) günlerinin başlangıcıdır.
[11] Genelde Zazalar arasında nisan ayındaki yavrulama ve ekim işlerinin pek de bereketli olmadığı inancı hâkimdir.
[12] Nişanyan, a.g.e.
[13] Takvimlerde 5 Mayıs tarihi “Gül mevsimi” olarak kaydedilmektedir.
[14] İlkbaharda beklenmedik bir anda havanın bozulması durumuna Zazaca’da “dêlîel” adı verilir.
[15] İki çeşit mısır vardır. Biri normal olanı ki buna Zazaca’da “girgil” adı verilir. Diğeri ise darı gibi başaklı olanıdır ki bu da bazı yörelerde “lâzut” (Ermenice bir kelimedir. Bkz. İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı), bazı yörelerde ise “girgilê xaşîg” diye tesmiye edilir.
[16] Bilindiği gibi milâdî takvimlerde mevsimler ayın 21’i itibariyle başlamaktadır. Bunun Zaza kültüründeki karşılığı da üç dört günlük farkla bu tarihe (ayın 25’i) denk gelmektedir. Hadd-i zatında 14 Haziran (Milâdî 27 Haziran) günü, takvimlerde gündüzlerin kısalmaya başladığı gün olarak kaydedilmektedir. Benzeri durum Aralık ayı için de geçerlidir.
[17] Nişanyan, a.g.e.
[18] Bu yerler, ekmek sacının iç tarafı gibi hafif oval ve genişçe yerler olup iç kısmı iyice düzeltildikten sonra çamurla güzelce sıvazlanır ve kuruduktan sonra kullanılmaya başlanır.
[19] Nişanyan, a.g.e.
[20] Nişanyan, a.g.e.
[21] Keşk, ekşitilip süzülen bir ayranla yapılır. Karıştırılarak kaynatılan ayrana dövme ilave edilip pişirilir. Daha sonra beklemeye bırakılarak soğutulur. Bu şekilde katılaştıktan sonra elle veya kaşıkla küçük parçalar halinde serilen çarşaflara konularak güneşte kurutulmaya bırakılır. Kışın ise tekrar kaynatılıp tüketilir.
[22] Takvimlerde de 8 Teşrin-i Evvel (Ekim), bağbozumu zamanı ve fırtınası olarak kaydedilmektedir.
[23] Teşrin-i Evvel ve Sâni ile Kânûn-i Evvel ve Sâni gibi ay isimleri 10 Ocak 1945 tarihinde çıkarılan bir yasayla Ekim, Kasım, Aralık ve Ocak şeklinde değiştirilmiştir. Bkz. Nişanyan, a.g.e.
[24] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Meârif, Kâhire, trs., s. 2251; Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Muessesetu’r-Risâle, Beyrût, 2005, 8. Baskı, s. 1209.
[25] Bu tarih, takvimlerde “Hızır” (yaz) günlerinin sonu ve fırtına olarak kaydedilmektedir. Ertesi gün ise “Kasım” (kış) günlerinin başlangıcıdır.
[26] el-Cevherî, es-Sıhâh, Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, Beyrût, 1990, 4. Baskı, c. 6, s. 2189; İbn Manzûr,
a.g.e., s. 3943; Fîrûzâbâdî, a.g.e., s. 1298; Zebîdî, ag.e., c. 36, s. 67.
[27] Nişanyan, a.g.e.
[28] Takvimler 14 Kânûn-i Evvel (Ocak)’i gündönümü fırtınası olarak kaydetmektedir. Daha fazla bilgi için “Haziran” başlığının ilgili dipnotuna bkz.
[29] Bu tarih şu an kullandığımız takvimlerde birkaç gün daha erken başlamaktadır. Erbaîn/ Zemherîr (9 Kanun-ı Evvel/Aralık–17 Kanun-ı Sani/Ocak), Hamsîn ise (18 K. Sani/Ocak–7 Mart) tarihleri arasıdır.
[30] Cemrelerle ilgili bilimsel bir araştırma yapılmıştır. Yapılan araştırmaya göre, içinde hava, su ve toprağın bulunduğu kavanozlar ısıtılmış ve sonuçta ilk olarak havanın daha sonra suyun ve son olarak da toprağın ısındığı görülmüştür. Bkz. A haber tv kanalı, 01.03.2012, saat: 22.50.
[31] Talep edilen bu gün, borç olarak istendiği için bazı yörelerde bu tarihin adı “qàrd” (Ar. Borç) olarak da bilinmektedir.
[32] Diğer ikisi için “Zipê” başlığına bkz.
[33] Takvimlerde bu tarih, birinci cemrenin havaya düştüğü gün olarak geçmektedir. Ayrıca fırtına kaydı da vardır.
[34] Bu tarih de takvimlerde ikinci cemrenin suya düştüğü tarih olarak kaydedilmektedir. Üçüncü ve son cemre ise 22 Şubatta toprağa düşmektedir. Ayrıca cemreler için bkz. “Ocak/Kânûn-i Sâni” başlığı.
[35] Bu asıl Zipê’lerden önceki Çarşamba günü olduğu kabul edilen ve Zazaca’da “zer zipê” (zur zipê) diye isimlendirilen bir yalancı zipê daha vardır.
[36] Nitekim bazı yörelerde bu geceye (şewa cum’e/Cuma gecesi) has olmak üzere evde var olan veya yeni yapılan/pişirilen şeylerden komşulara da ikram edilir. Ölmüşlerin hayrına/sevabına yapılan bir tür paylaşım olan bu âdete Zazaca’da “şom ya merdon” (ölülerin akşam yemeği) adı verilir.
[37] Bu ve bundan önceki ifadeler, tesbit edebildiğimiz kadarıyla, diğer dillerde olmayıp sadece Zazaki’ye ait hususiyetlerdir.
[38] Bu isimler için “Hafta” başlığına bkz.